Hayat Hiyerarşisi...




Çocuğun yanında anne - baba, karının ya da kocanın yanında eş, anne - babanın yanında da çocuk olabildiğinde hayatın bütün sistematiği yerine oturuyor aslında. Anne - babanın ebeveyni olmamak, ablanın ablası gibi davranmamak, kardeşi olmak, almayı bilmek... Çocuğunun önünde bebek gibi konuşmamak, "ben başaramam, ben bilmem, ben yapamam, ama belki sen yapabilirsin dememek"...

Özgür'ün çok değerli Mehmet Hocası söylemişti, beni çok etkilemişti. Çocuğa okul öncesi dönemden başlayarak, "ben başardım, ben yapabilirim, ben güçlüyüm, ben senin annen babanım ve benim görevim doğru kararları vermek, ben doğru kararları verebilirim, bana güvenebilirsin, büyüdüğünde sen de doğru kararları verebileceksin" hissiyatını yaşatabilen anne - babaların çocukları ergenlik döneminde en az sıkıntıyı yaşıyorlarmış. Çünkü, çocuk okul öncesi dönemde yaşayarak görüyormuş, annesi - babasının doğru kararlar alabildiğini, güçlü ve güvenilir olduğunu ve başarabildiğini... Bu algı ile, bu güven ile yetişen çocuk, ergenlik döneminde anne - babasının sözlerine daha çok güveniyormuş, çünkü bilinçaltı ona, "annen baban doğruyu bilir" mesajını veriyormuş. Oysa çocuğunun yanında bebek gibi konuşan, "ben bilmem ama sen benden daha iyi bilirsin, ben yapamam ama sen benden daha iyi yapabilirsin" mesajı veren anne - babanın otoritesini çocuk kabul etmiyormuş. Hatta daha ötesi, kabul etmediği gibi, yine Mehmet Hoca'nın deyimiyle "hayat boşlukları kabul etmediğinden", o çocuk evin reisi ve anne babasının ebeveyni gibi davranmaya, anne - babasını kabullenmemeye ve onlara acımaya başlıyormuş...

Hatta okul öncesi dönemdeki bir çocuğa, bir şey sorduğunda "bilmiyorum" demek yerine, şu anda aklıma gelmedi, ama aklıma gelince/araştırıp/bakıp söylerim deyip, sonra araştırıp, doğrusunu öğrenip bilgiyi aktarmanın bu oluşumu pekiştirdiğini; yine bu yüzden, anne - babaların çocuklarının yanında birbirlerine "anne" ya da "baba" diye seslenmelerinin ve evin bir çocuğu gibi davranmalarının çok sakıncalı olduğunu okumuştum bir yerlerde...

Eğer ailede roller karışırsa, çocuklar ebeveyn gibi davranmaya, anne - babaya haddi olmadan acıma ile karışık garip duygular beslemeye başlayabilir. Zihnin bilmediğini ruh bilir, fazla, gereksiz ve taşınamayacak yükler yüklenip, öfkeyi bu yüklerin yarattığının bile farkında olmadan etrafa öfke saçabilir...

Ne kadar önemli okul öncesi dönem... Her şeyin başı anne - baba bağının doğru şekilde kurulması... Anne - babanın çocuğa, çocuğun ise anne - babasına onay vermesi. Hayatın bu alanı olması gerektiği gibi şekillendiğinde, her şey çok daha kolay yaşanabiliyor... İşte o zaman, hayat adeta bir nehir gibi akması gerektiği yönde ilerleyebiliyor.

Bir başka önemli unsur da, her anne babanın çocuğuna aktaracak olumsuz bir deneyiminin bulunması... Korku frekansı ile bu deneyimleri aktarması. Çocuk siz sözlerinizle ifade etmeseniz de, orada olanı görüyor. Eğer anne - baba korkuyorsa, sadece olumsuzu anlatıyorsa, hem bu olumsuz deneyimlerin altında eziliyor, hem de aslında niyeti ve haddi olmasa da, anne babasının yaşam deneyimlerine acıyarak bakmaya başlayabiliyor. İşte tam da bu yüzden, çocuklarımızı büyütürken, onlara olumlu yaşam deneyimlerimizi de aktarmamız gerekiyor. Onlara "biz başardık, siz de başarabilirsiniz" mesajının, yalnız sözlerle değil, anlatılan yaşam deneyimleri ve sözsüz mesajlarla da verilmesi gerekiyor.

Bütün bunları düşününce çocuk yetiştirme işi iyice zorlaşıyor insanın zihninde. Ancak, bu işin bir de doğal sistematiği var. Daha önce yetişen nesillere, kendinize, etrafınızdaki insanlara bakın... Yankı Yazgan'ın Düşe Kalka Büyümek kitabında okumuştum... Aslında yetişkin insanların neredeyse %70-80'lik bir bölümü hiçbir sorun olmadan erişkin insanlara dönüşüyorlarmış. Yeter ki ailesinde herkes olması gereken rolünde olsun, anne "sevgi", baba "güç" versin. Keriman Teyze'mizin dediği gibi evde hır gür olmasın, huzur olsun, çocuklar elbet büyür. O zaman, öyle ya da böyle sağlıklı insanlara dönüşürler...

Herkese huzur dolu bir yuva dileği ile :)

Yorumlar

Popüler Yayınlar