Hayatı yavaşlatmak...
Eski, zamanı durduran fincanlarda çay içmeyi çok seviyorum. Bu fincan yaklaşık 100 yıllık bir Limoge. Kalede yapılan uzun yürüyüşler, yağmurlu soğuk günlerde antika pazarlarından, kaçamak seyahatlerdeki arayışlar sonunda bulunan her bir fincanın ayrı bir hatırası ve değeri var benim için.
İşten izin almıştım bir gün. Sen yeni yeni iyileşiyordun. Murat Abi'nin yanına gitmiştik, buz gibi havada içerde sıcacık oturup uzun uzun sohbet etmiştik. Odaya girer girmez, arkadaki eski tozlu vitrinde ilk gözüme çarpan şey bu fincan olmuştu. İncecik, ışığa tutsan kağıt gibi ince... Sohbet uzadıkça uzadı, tatlı sohbeti bölmek istemezdim. Ama bu fincanı almam lazımdı. Kim bilir 100 yıllık ömrümde kimlerin sofrasında nelere tanık oldu... Hangi sohbetlere eşlik etti, keyifli beş çaylarına mı, aile dramlarına mı, hangi insanlara, hangi şehirlere?
Eski fincanlarda içilen çaylar, yavaşlatıyor şehrin maratonunu. Bu fincandan çay içerken ince belli ajda bardağı ofiste bilgisayar ekranına bakarken tuttuğun gibi tutamıyorsun. Yavaş yavaş, keyifle, mümkünse biraz gökyüzünü görerek, belki biraz yeşile bakarak, ama mutlaka keyifli bir sohbetle, hayat içine akarken yudumlamak çayı...
Misafire, özel güne saklanan fincanları sevemedim hiç. Annemin vitrininde duran kahve fincanlarını kendim için çıkardım. Hayat akıp gidiyor. 10 yıl öncesini hatırlarken başka birinin hayatını hatırlar gibi hatırlıyor insan. Sanki başka başka ve yabancı hayatların biyografik filmini izler gibi... İşte bu yüzden bazı anları hafızaya kazımak lazım. Fonda çalan müziği, kenarına oturduğun camdan görünen manzarayı, kiminle konuştuğunu, onun ses tonunu, ellerinin hareketlerini, saçlarını nasıl düzelttiğini, fonda çalan müziği, gözlerindeki bakışı... Hayatı yavaşlatmak lazım bazen. Gözlerin saate kaymaksızın, ufacık bir köyde günün nasıl geçeceğini bilmeksizin yaşayan insanlar gibi... Hayatı yavaşlatmak lazım...
Yorumlar