Empati...

 
"Karşındakine sana nasıl davranılmasını istiyorsan öyle davran"MA.
 
Belki senin ihtiyacın olan şey onun ihtiyacı değildir, dedi Özgür dün.
 
Ne kadar doğru... Evdeki her çiçeğe farklı davranıyorum. Kimine az su veriyorum, kimini arada balkona çıkarıp havalandırıyorum. Kimini her hafta banyoda yıkıyoruz, kimi ile hiç ilgilenmiyoruz ama o bir şekilde çok canlı durabiliyor. Herkesin ilgiye olan ihtiyacı farklı düzeyde, herkesin istediği farklı. İyi gözlemlemek lazım, herkesin nabzına göre şerbet vermeli.
 
Kendin gibi düşünmemeli karşındakini. Sanırım en büyük yanılgı bu. Evdeki ufaklıklar mesela... Ben sakin dururken onlar neden duramıyor? Çünkü çok farklı bir dünyaları var. Farklı beklentileri, farklı algıları... Onlarla iletişim kurarken onların gözleriyle bakmaya çalışmak lazım.
 
Empati kurmanın gerekliliğini tekrar tekrar hatırlamalı. Bir başkasının içinde bulunduğu durum ve davranışlarının ardındaki motivasyonu anlamak, bunu içselleştirebilmek gerekli... Ki, en anlaşılmaz, en içinden çıkılamaz durumlarda bile, "ben de olsam bunu yapardım" diyebilelim. Bu kabullenme duygusunu getirmez mi? Belki en çok ihityacımız olan şey endişelenmek, karşı gelmek, sorgulamak, itiraz etmek, şikayet etmek, öfkelenmek değil de... Biraz da kabullenmektir... Ayrıca, karşıdakinin ihtiyaçlarını anlamak, bazen çok kısa sürede o ihtiyacın doyurulabileceği gerçeğini getirmez mi? Etrafımızdaki parlayan gözlerin ve güleryüzlerin sayısı artar belki, kaos biter, Deniz durulur.
 
Bundan sonra elimden geldiğince bunu hatırlayacağım:
  1. Kendini karşındakinin yerine koy, olaylara onun bakış açısı ile bak. "O ol"...
  2. Onun duygu ve düşüncelerini doğru anla ve hisset.
  3. Onu anladığını ifade et...
Bu aralar kendimi yavaşlatmaya çalışıyorum. Yavaşlarsam belki, daha çok farkında olabilirim. Ve daha çok anlayabilirim. Her şeye yetişmeye çalışmanın gerginliğini değil de, ev dağınıkken, ya da yemek yetişmemişken, o anda oğlumla lego oynayabilmenin (aman boşver diyebilmenin), kucağımda olmak isteyen kızıma kocaman sarılabilmenin hafifliğini yaşamaya çalışıyorum aslında...
 
Büyüyünce hatırlayacakları bu anlar olmayacak mı? Ütülü çamaşırlar, tertemiz ve mum gibi bir ev, hep yemek pişiren bir anne olmasın büyüdüklerinde anılarında... Beni oyunlar oynayıp kıkırdadıkları bir anne olarak hatırlasınlar istiyorum. Sevgilimle güle oynaya büyütelim istiyorum bebeklerimizi... Zaten zamanımın çoğunu işte geçiriyorum, en azından bu lüksümüz olsun değil mi?
 
Yoksa empati kuramadan, onların beklentilerini anlayamayıp, doyuramadan geçiyor günler. Evde yapılması gerekenler hiç bitmiyor (bununla ilgili ayrı bir yazı yazacağım)... Bunları bitirmeye çalışmak sadece ek bir yük ve gerginlik getiriyor.
 
Yaz geliyor. Artık hafiflemenin zamanı. Daha rahat, daha yavaş, daha gülücüklü günlerin mevsimi gelmişken, yeni kararlar almanın, onları uygulamanın, hayatı usulca esen yaz meltemi gibi yönetmenin zamanı...
 
Hepimize kolay gelsin...

Yorumlar

Popüler Yayınlar